MAVİ KELEBEK
  Bizden Öyküler
 

 

ALPER ŞİRVAN

**ENGELLİ BİREYLERE BAKIŞ**

Ortaokuldaydım o zaman... Aynı okulda resim öğretmeni olan babam ek branşı olan sanat tarihi konusunda ehil bir insan olduğu için gezi kolu sorumlusu olurdu. Spastik engelli olduğum için yürüyemiyor ve sağ elimi kullanamıyorum. İstanbul’a tedavi amacıyla defalarca gitmemize rağmen o güne kadar detaylı bir şekilde gezme fırsatımız olamadığı için o İstanbul gezisine ben de katıldım.
 Hiç unutmuyorum; on beş yaşımdaydım. Eyüp Sultan camiinde gezerken yanıma yaklaşan yaşlı bir amca, istemsiz olarak açılıp kapanan sağ elimi tuttu; ardından da hızla uzaklaştı. O an elimde bir şey hissettim. Tepkisel olarak kapanan elimi açtıktan sonra avucumda bozuk bir parayla karşılaştım. Şoke olmuştum, kısa bir süre olayı tam kavrayamadım ama sonra parayı hırsla alıp kimse görmeden bahçeye fırlattım. O günden sonra da uzun süre kutsal yerleri ziyaret etmekten çekindim uzun yıllar...
 Hayatımda ilk defa, toplumun “sakat(!) eşittir dilenci” ön yargısı ile yüz yüze gelmek beni çok üzmüştü. Üzerindeki kıyafet, yanındaki insanlar önemsiz detaylardı. Tekerlekli sandalyedeyseniz siz mutlaka ‘dilenci’ yani ‘daima yardım edilesi bir varlık’ olmalıydınız.
 O anda o parada her karnesi takdir belgeli, sürekli ürettikleri ile öne çıkmış, ailesinin kimseden farklı görmeden yetiştirdiği ben değil, bir zavallıdan başka bir şey yoktu. Cahil bir vatandaşın densiz bir hareketi olarak görebilirdim bu hareketi ama “ya öyle değilse?” diye düşündüm. Lise yıllarımda, yazacağım hikâyelerle toplumu aydınlatmak gibi bir ideale sahiptim; sonraları bu konuda ne kadar başarılı oldum; tartışılır.
 Çünkü zaman geçtikçe o amcanınkinden çok daha sert ve anlamsız ön yargılarla karşılaştım. Hadi o, cahil, bir ayağı çukurda bir ihtiyardı o an benim gözümde; ya sonra karşılaştıklarım?
 Lisedeyken, okul çıkışında karşılaştığımız ve babama benim için zaman zaman “zekâsı nasıl?” diye soran insanların, okurken, işe girerken, çalışırken zorluk çıkartan insanların bu amcadan tek farklarının "diploma" olması, daha da acı...
 Her şeye rağmen son yirmi yılda önemli mesafeler kat edildiğini düşünmekteyim. Artık, “engelli çocuğunuzu toplumdan kaçırmayın, onu sosyal hayatın içine katın” mesajlarının daha az verilmesi kadar, sokaktaki problemlerin, sosyal hayatın devamını sağlayacak unsurlarının en azından tartışılıyor olması bir adım... İnsanlar, engellilerin de yaşadıkları ortamı paylaşmalarından daha tabi bir şey olmadığını yavaş yavaş görüyor ve ölümle hayat arasında hep söylene geldiği gibi bir çizgi varsa hayatla engelli olmak arasında hiçbir şey olmadığı hakikatinin de farkına varıyorlar. .
 Bütün bunlarla beraber, engelliye bir takım fazladan imkânlar vererek yaşadığı toplumdan soyutlama anlayışına da temelde karşıyım. Engelliler tatil köyü, engelliler otobüsü, engelliler parkı derken bu iş engelliler şehrine kadar gidecek sanırım. Şakası bile itici gelen bu olguyu, iyi niyetli fakat “pansuman” niteliğinde girişimler olarak görüyorum. Prensip olarak “herkes gibi, herkesle beraber” bir hayatı tercih ediyorum. Yaşadığım bir olay aklıma geldi:
 Yıllar önce yaşadığım ilçenin o zamanki belediye başkanını evime çok yakın olan parktaki bir faaliyette yakalamış, o parktaki birçok bölüme rampa olmadığı için giremediğimi söylemiş, en azından belli yerlere rampa yapılmasını istemiştim. Başkanın bana söylediği gerçekten ibret vericiydi:
 “Mesken’de engelliler parkı yaptık, oraya gidin.”
 Dediği yer de oturduğum yerden en az 5 km. uzaktaydı... Kaldı ki, ona “keyfimin kâhyası mısın kardeşim, ben bu parka gitmek istiyorum.” demek vardı ama acı acı gülümseyip ayrıldım yanından... Sonraki dönemdeyse gerekli düzenlemeler yapıldı.
 Bu olay, iyi niyetli tavırların dışında meseleye bakışı özetliyor aslında... Ben şahsen, herkesle beraber okumak, seyahat etmek, dinlenmek ve sonuç itibari ile “yaşamak” istiyorum. Yoksa iyi niyetli topluma entegrasyon çabası, dezentegrasyonu doğurur ki, bu hiç hoş değil...
 Şehirlerimizi yöneten yerel yönetimlerimize, yapmaları kanunen zorunlu hale getirilmiş şeyleri hatırlatmak zorunda mıyız? Yedi yıl süre konmuştu hatırlarsanız bunun için… Yoksa yine birçok konuda olduğu gibi bu konuda da “yumurtanın kapıya dayanması” mı beklenecek?
 
Alper Şirvan

********************************************

 

 

AYFER ÖZCAN

Oğlum 2 Eylül 2002de pazartesi sabahı aramıza katıldı. Hastaneye gittiğimizde ilk normal doğum dendi. Son dakikada sezaryene alındım, Kendime geldiğimde oğlumun doğumda burnunun kanadığı yarım saat kuvöze konduğu söylendi ilk oğlum çok sağlıklı olduğu için, sorma gereği bile duymadım aklıma hiç böyle bir şey gelmedi ki. Dünyalar tatlısıydı oğlum ama sanki biraz yavaş ilerliyordu hareketleri, geç başını tuttu, sanki kambur gibi duruyordu, geç oturdu. Büyüklerim; “abisi hareketli her çocuk abisi gibi olmaz” demişti, ama içme bir şey oturuyordu büyürken. Oğlum 8 aylıkken tüm ailemi karsıma aldım doktora götürdüğümde öğrendim gerçeğı. Serebral Palsi denmedi ilk. “Beyninde kist var ama kalacak” dendi. “Büyürse, ileride alınacak fizik tedavi” dendi. 2 seneyi böyle geçirdik. sonra ameliyat edildi, kist alındı. 3 ay sonra kist yeniden oluştu. “Shunt takılacak beynine” dendi. “Yeter ki oğlum iyi olsun tamam” dedim. “1saatlik operasyon, 3 gün yatıp çıkacaksınız” dendi. Bir yattık 2 ay 9 ameliyat, menenjıt geçirdi. Hastanede ameliyat yanlış yapıldı. Olan hastalık ilerledi ve o ameliyatlar esnasında öğrendim serebral palsiyi. Doktor, “annesi bak” dedi, “Faruk serebral palsili, beyninin yarısı yok, yaşarsa da engelli olarak yaşayacak, ömür boyu sorumluluğunu taşıyacaksın.” “Olsun” dedim, yeter ki canı sağ olsun. Oğlum hayata tutundu. 10 ameliyattan sonra, 2 kere fıtık ameliyatı, bir shunt kopmasından ameliyat, ayaklarından ameliyat, toplam 16 kez ameliyat oldu. Her ameliyattan sonra, her şeye yeniden başladık, sabırla, emekle, sevgiyle. Büyüdükçe okul sorunlarımız başladı. Okula almak istemediler. “Gidecek oğlum” dedim. 1 sene anasınıfında sağlıklı bireylerle eğitim aldı. Ertesi sene sağlık sorunları yüzünden gidemedi. Engelli sınıfına verdiğimde, öğretmen denen şahsiyet 4. gün istemedi. Sebep; kek yerken yere dökmesi ve ağzının akması. Ben yine pes etmedim, “oğlum eğitim alacak” dedim. Çevredeki milli eğitimdeki tüm görevliler tanımıştı beni, çok savaş verdik çevreyle ve sağlığıyla; ama, oğlum şu anda engelli okuluna başladı. 15 gün oluyor. Her sabah kalktığında, “anne dıgıl dıgıl(okul demek oluyor)”ona göre. Yüzünde gülümsemeyle kalkıyor. Tüm yaşadıklarımızı unutturuyor. Her sabah hazırlanıyoruz okula gidiyoruz, oradan fiziğe. Şimdi çok şükür yürüyor. Her şeyi anlıyor, konuşamasa da bize her şeyi anlatıyor. Her sabah yüzündeki o gülümseme her şeye bedel. İyi ki var, iyi ki bizle… Diğer arkadaşlara da, ailelerine de tek söyleyeceğim: asla pes etmesinler, milim milim ilerliyor kabul; ama ilerliyor eğitimle, sabırla ve en önemlisi sevgiyle…

AYFER ÖZCAN
*********************************************
 

BERİL ŞEKER

Ben, 1977’de Batman’da doğdum. Doğum sonrası geçirdiğim sarılık hastalığı nedeniyle Serebral Palsi’li olarak hayatıma devam ediyorum. İlkokulu, “Ankara Halide Edip Adıvar İlkokulu”nda; ortaokul ve liseyi, “Ankara Çankaya Lisesi”nde okudum. 2000 yılında “Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü”nden mezun oldum. 2008 yılında, “Engelsiz Meslek Eğitimi Projesi” kapsamında, Namık Kemal Üniversitesi’nden “Muhasebe ve İşletme” sertifikası ve Anadolu Üniversitesi’nden “Muhasebe Bilgi Sistemi” sertifikası aldım.

Zamanımın çoğunu evde geçiriyorum. Bilgisayarı çok iyi kullanıyorum. Müziği çok seviyorum. Koyu bir Nilüfer hayranıyım. O’nun sesi ve şarkıları bana inanılmaz bir güç veriyor. Sevgi, dostluk, arkadaşlık benim için çok önemlidir. Bana güç veren ve hayata bağlayan eşi bulunmaz bir ailem ve eşi bulunmaz dostlarım var. Bu yüzden gerçekten çok şanslıyım. Ben artık engelli olduğumu hissetmiyorum. Asıl engelin, bazı beyinlerde olduğunu düşünüyorum. O beyinlere inat, hayatı her daim güzel yaşamaya çalışıyorum.

Unutamadığım pek çok anım var. Bunlardan bazıları şöyle;
Ben hiç özel eğitim okuluna gitmedim. Hep genel okullara gittim. İlkokul 1. Sınıftaki öğretmenimi hiç sevmezdim. Doğru dürüst ders yapmazdı.  Güya, engelli çocuklar konusunda uzmandı;  ama, hiç alakası yoktu. Bütün amacı, böyle çocuklara özel ders verip, para koparmaktı. Ben O’ndan özel ders almayınca, karnemde bir dersime kırık not vermişti.  2. Sınıfın 2. Yarısında başka bir öğretmen geldi.  İyi bir öğretmendi; fakat beni istemediğini anlamıştım. Nitekim, sonradan öğrendim ki, bu öğretmen anneme defalarca “kızınızı alın bu sınıftan, ben ona bir şey veremem” demiş.  Annem , o zaman bana bir şey söylememişti; ama,, ben hissediyordum.  Var gücümle kendimi ispatlamaya çalıştım ve bunu başardım.  Sene sonunda birbirimizi çok sever olduk; ama, birbirimize tam alışmıştık ki, başka bir yere tayini çıktı ve gitti.
3. sınıfta, dünyanın en harika öğretmenlerinden biri geldi ve üç yıl boyunca bizi okuttu, mezun etti.  Bana ikinci bir baba oldu diyebilirim. Beden eğitimi derslerinde, bana eşofmanlarımı bile kendi giydirdiğiolmuştur. Bize emek verdi, bilgi verdi, sevgi verdi, her şey verdi. O’na minnettarım ve her şey için çok çok teşekkür ediyorum.    
Orta 2. Sınıftaki Müzik öğretmenim beni derslerde yok sayıyordu. Benimle hiç konuşmuyor, bana soru sormuyordu. Yazılı da sözlü de yapmadı ve ara karneme 10 üzerinden 6 verdi. Diğer derslerim 7, 8, 9,  10 ve ben takdir alacağıma teşekkür belgesi aldım.  Aslında, benim Müzik,  Resim, Beden Eğitimi gibi derslerden rapor alma hakkım vardı; ama, ben buna gerek görmedim, her dersi almak istedim.  Sömestr tatilinde, ben müzik öğretmenine bir mektup yazdım ve 2. Dönemin ilk dersinde kendisine verdim.  Hatırladığım kadarıyla mektup şöyleydi:
Sevgili öğretmenim,
Siz beni yazılı mı yaptınız, sözlü mü? Bu 6’yı neye göre verdiniz? Kafadan attıysanız 1 ya da 10 da atılabilirdi. Geçen sene benim müziğim 10’du. Ben de sizi iyi bir öğretmen sanmıştım ama yanılmışım.
Sevgiler.
Öğretmenim, bu mektuptan sora, sınıfı yazılı yaptığında beni de yaptı; ancak, birkaç soruda nota yazılması gerekiyordu.  Halbuki,  benim nota yazmam imkansızdı. Dolayısıyla da o sorulara cevap veremedim ve düşük not aldım.  Yılsonunda da karneme 5 geldi.
Diğer bütün öğretmenlerimi çok severdim. Onlar beni diğer öğrencilerinden asla farklı görmediler ve bana farklı davranmadılar. Hata yaptığımda kızdılar. Başarılı olduğumda övdüler.   Tahtaya kaldırıp ders bile anlattırdılar, beni sabırla dinlediler.  Ben hiçbir zaman onlardan kıyak istemedim, sadece hakkımı istedim ve onlar da bana bunu verdiler sağolsunlar.
Veee okul arkadaşlarım, canlarım, içlerinde bir tek ben engelliydim; ama, beni kendilerinden farklı görmediler. Beni sahiplendiler, birlikte gezdik, ders çalıştık, sırlarımızı paylaştık, kavga ettik, küstük, barıştık, hatta bir keresinde okuldan kaçıp botanik parkına gitmiştik. Okula tekrar dönerken yağmur bastırmıştı sırılsıklam olmuştuk ama çok eğlenmiştik. Okul arkadaşlarımla hala görüşüyoruz,  sevgimiz ve bağlılığımız hiç azalmadı.

Bir 6 – 7 yıl önce, bir komşumuzun gününe gitmiştik annemle beraber. Ben pek günlere gitmem; ama, komşumuzun kızı arkadaşım olduğu için gittim. Bayağı kalabalıktı, bir sürü çocuk vardı. İçlerinden biri sürekli bana bakıyor, annesine “bu  niye böyle”  diyordu. Annesi de her seferinde çocuğu kucağına alıp benden uzaklaştırıyordu. Sonra da anneme şöyle demiş; " kızınızı alın gidin, çocuğum kızınızdan korkuyor."`Tabi biz hiç oralı olmadık.  Bu olaydan bir ay sonra, yine bir anne-kızla karşılaştık. Küçük tatlı kız benden biraz korkmuştu. Uzaklaşmak istedi, annesi onu alıp bir kenarda konuştu onunla. Tekrar yanıma geldiler. Ben özür diledim küçük kızı korkuttuğum için. Annesi bana aynen şu  cevabı  verdi: “Hayır Beril olur mu öyle şey o sana alışacak” dedi ve dediği de oldu. Küçük kız bana alıştı.
İşte iki anne arasındaki fark………. Yorum sizin……..

******************************************** 

 

 

SEVAL ÇİMEN

4  şubat 1985 Sivas Şarkışla doğumluyum Dar gelirli 5 çocuklu ailenin ilk çocuklarıyım doğum sonrası sarılık nedeniyle beyindeki hareket merkezi hasar serebral palsy olarak yaşamımı sürdürmekteyim 1986 yılında kalça çıkığından ameliyat oldum 1987 yılında Ankara da hastane de 6 ay boyunca fizik tedavi gördüm fizik tedavi dönemimde bir çok yeteneğimi elde edebiliyorum örnek hareketsiz şekilde hep anne kucağında ve başımı tutamıyordum konuşamıyordum tedavi den sonra bu yetenekleri kazandım özgün eğitimimi sağlık nedenlerimden dolayı ve okul idarecilerinin okula almaması nedeniyle hiç bir tahsilimi elde edemedim ailemle birlikte yaşamaya devam ederken kardeşlerim okula başladılar ve ben hala okula gidememenin arkadaşlarımın olmaması okul hayatımın olmaması üzüntüsü ile evdeki oyuncaklarımla kendimi oyalıyordum ama okuyamama üzüntüsünü üzerimden atamıyordum unutamıyordum televizyon karşısında sürekli çıkan yazıları okuyamamak beni sinirlendiriyordu annem ve babama söylüyordum bana oyalansın diye defter kalem alırlardı çocuk aklı ile onları aldığımda o kadar çok mutlu olurdum sürekli bir şeyler yazmaya çalışırdım çocuk aklı ile İnanabiliyormusunuz okuma yazma biliyormuşum gibi harflere baka baka yazardım kız kardeşlerim görünce şaşırırlardı sanki bir öğretmen den eğitim alıyormuşum gibi yazıyorsun diyenlerde oldu bunları duyunca daha çok hırslanıyor hevesim bir kat daha artıyordu okula gitmeden de okuyabilirim diye kendim kendime öğretmen olup kendi kendimi eğitmeye çalışıyordum en büyük isteğim okumak oldu 1998 yılında kiracı olarak yeni eve taşınmıştık bu evde çok değişiklikler yaşadım mesela yeni komşular yeni hayatta alışmaya çalışıyorduk işte o dönemde hayatımda bir çok güzellikleri yaşadım diyebilirim evimizin önünde koca bir yeşillikler vardı üzerinde sürüne sürüne koşuyor kendi kendimi mutlu ediyordum bir tek okula gidememenin ve okuyamamanın ezikliğini yaşıyordum pencereden hep okula gidenleri gelenleri seyrederdim bir gün televizyonda bir anne çocuğuna Allah’a dua ederse bir çok isteklerini yerine getireceğini söyledi ve bende bir gece ağlaya ağlaya dua ettim o günün sabahı inanırmısınız okudum okudum doya doya okumanın sevincini yaşadım çok mutlu oldum o anı anlatamam ancak benimle yaşamalıydınız ve Allah’ıma binlerce kez teşekkür ettim duamı kabul ettiği o günün sonrası yeni kardeş sevinci yaşadık annem tekrar anne olmanın heyecanı yaşıyor babam ise baba olmanın biz 4 kız kardeş ise abla olmanın heyecanı yaşıyoruz için 2000 yılında dünyaya gelen erkek kardeşimizin hastaneden gelmesini heyecanla bekledik bir gün sonra kardeşimiz evimizin neşesi oldu ve kendi evimizi aldık taşındık beni üzen olaylarda bundan sonra oldu babaannem vefat etti Allah rahmet eylesin kadıncağız bana çok şeyler öğretti beraber oyuncak bebeklerim için yastık yorgan elbise yapardık hayatta bağlanmamın diğer etkisi de bu oldu hiçbir zaman engelli olduğumu hissettirmedi tabi ailemde hissettirmedi çocuk olduğumdan mı hiç farkında değildim galiba büyüdükçe her şeyi öğrenmeye başladım hayat büyüdükçe zorlaşıyordu bütün engeller üst üste gelmeye başladı ben hayatımın büyük bir bölümümü anneme bağlı olarak sürdürmeye çalışıyorum benim psikolojim altüst olmaya başladı çünkü artık dışarı çıkamıyor eskisi gibi mutlu olamıyorum 2002 yılında bana bilgisayar alınana kadar bu bilgisayar hayatıma renk kattı küçücük ekranda bir çok şeyi görebiliyordum bir çok arkadaşlıklar kurdum kurdukça arkadaşlarımın benden farklı olmadığını anladım ve en önemlisi bu dünyada yalnız olmadığımı anladım onların hayatını okudukça şükür ettim kendimi bir çok konuda bilgisayar sayesinde eğittim hayatımda değişiklikler ise yalnız olmadığımı ve şükredecek kadar çok şeye sahip olduğumu anladım sadece bizim görüntümüz farklı olduğu için toplumun bize karşı bakışı ve davranışı ulaşılabilirlik çözümsüzlüğü bizi kahrediyor bizim hiçbir zaman tek başımıza çıkma gezme şansımız olmadığı gibi insanlar ve aile tarafından bir çok şeyden mahrum ediliyoruz eğitimden sağlıktan insana dair her şeyden yoksun yaşıyoruz Serebral palsylı olmak hastalık olarak değil bir yaşama biçimi olarak adlandırılırsa bir çok sorunu çözmüş olacağız bizim yaşadığımız sorunları ne aile bilir ne de çevre bilir bizim yaşadığımız sorunları ancak biz biliriz çünkü biz bedenimizle büyük bir mücadele içindeyiz Allah bize öyle mücadele gücü vermiş ki o güç ise zeka biz bir çok hareketlerimizi zeka ile yapabiliyoruz bizim en büyük gücümüz zekamızdır…

Evdeki Hesap dışarıya uymaz işte

Evet ben spastik engelli bir genç kız olarak evdeki hesabı dışarıya uyduramıyorum çünkü beni çevremdeki insanlar dışında kimse tanımıyor benim neler yaptığımın farkında değiller onların tek bildikleri yardıma muhtaç birine benziyor olmam ama dışardan görüntüm bunu gösteriyor ne yazık ki bu bir gerçek insanlar anlayamıyor ve görmek istediği gibi görüyorlar işte bu yüzden evdeki hesap dışarıya uymuyor spastikleri genel olarak gördüğünüzde zihinsel engelli sanıyoruz bu bizim onların anlayamadığını sandığımız için onları tanıyamıyoruz görünüşlerinden dolayı rahatsız oluruz tahammül edemeyiz bizler spastik olduğumuz için değil eğitimsiz ve gerekli fiziki kazanımlarımızdan yoksun yaşadığımız için bir çok şeylerden mahrum ediliyoruz ve her türlü haksızlığa boyun eğmememize rağmen bize destek verilmediği için sesimiz hep kısıtlı kalıyor bütün haklarımızı ailelerimiz alıyor devlet bütün sorunlarımızı ailelere yüklüyor aile ise sorunun çözümünde baş başa kaldığı zaman yasal olmayan kanunlarla çözüm üretmeye çalışıyor buna örnek bir çok spastik engelliler maaşlarını gidip alamıyorlar çünkü aileler deli raporu alarak bu insanların eksiklerini almak yerine kendi menfaati için harcıyorlar bunlara memurlar ise sesini çıkarmıyor çünkü aileleri haklı buluyorlar spastik bir insanın durumu ağır gidip gelmede büyük sorunlar yaşadıkları için devlette zahmetli diye yuvasına sığdırmaz bu yüzden evinin dört duvar arasında yaşamaya mahkum ediliyorlar aileler bile anlayamadığı sorunları bir başkasının anlamasını beklemek sizce ne kadar doğrudur en büyük gücümüz olan zekamızı tarih ve insanlar için bedenimizi ise kendimiz için geliştirmeliyiz ailelerimizden sonra bize beden olarak kimsenin bakmaya gücü ve sabrı yetmez ailelerimizden en çok annelerimiz bizlerin beden olarak kimseye ihtiyacımız olmadan kendi ihtiyacını karşılamamızı ister bu en büyük dualarıdır annelerimizin bazen de benden sonraya kalmasın diye duaları vardır toplum olarak karşı tarafa hep yükleniriz ve bu önyargılı olmamızın birinci sebepleridir önyargılı olmamız karşımızdaki insanla iletişim sorunun sebebidir spastiklerde de bu yeterli çünkü bedenleri sürekli hareketlenir buda yüzüne yansır farklı bir görünüm ortaya çıkar ve gördüğümüzde onları anlamaya ve dinlemeye görmeye tahammül edemiyoruz sürekli onlardan kaçıyoruz bu yüzdende bizler kendimizi ifade edemiyoruz karşılaştığımız insanlar hep yapmacık bunun farkındayım bize karşı biraz olsun gerçekçi olun bizler bu yüzden kendimizi ispatlayamıyoruz çünkü benim için büyük başarı olan sizin için basittir çünkü sizin basit sandığınız şeyler bizim için birer avantaj tır ve bu avantajlardan örnek olarak yemek yiyebilmek için kaşığı tutmak ve kimseye ihtiyaç duymadan banyo yapabilmek kişisel ihtiyaçlarını gidermek bunlar bizim için büyük avantaj tır sizin basit gördüğünüz şeyler farkında olmadan sizi Allah’a şükretmekten alıkoyuyor 

SEVAL ÇİMEN
**********************************************


TUĞÇE KANTAROĞLU

Ben,   Tuğçe Kantaroğlu.1980 İzmir doğumluyum. Doğum sırasında beynimin oksijensiz kalmasıyla spastik engelli olarak dünyaya gözlerimi açtım. ama yaşama hiç küsmedim.beni hayata bağlayan ailem oldu.onlara ne kadar teşekkür etsem az.hele benden 5yaş büyük ablamın hakkını ödeyemem.sırtında az saklambaç  oynamadım.annemin ilkokul öğretmeni  olması avantajıyla evde okuma yazma öğrendim.annemin emekli olduğu sene ben Mustafa reşit paşa ilkokuluna başladım.öğretmenim çok iyi bir hanımdı.beni kabul etti ve sınıf içinde arkadaşlarımla kaynaşmamı sağladı.ama bir sorun vardı. Ben çok yaramazdım. Sürekli konuşan ve ağlayan bir çocuktum. Gene de hocam sabredip beni mezun etti. Ve aynı okulun orta kısmına başladım. Artık olgunlaşmıştım. sınıfta hiç konuşmuyor, dersi takip ediyordum. o yıl sınıfta 4 kişi teşekkür almıştı. bunlardan biri de bendim.liseye davam etmek istediğimde lise müdürü özürlü olduğum gerekçesiyle beni okula almadı.Ertesi yıl beni okula almayan müdür başka okula atanınca ben de liseye başladım.ve en güzel 3 yılım Karşıyaka gazi lisesinde geçti. Daha sonra açık öğretim halkla ilişkiler bölümünü bitirip, işletmeye dikey geçiş yaptım.2006 yılında açık öğretim işletme bölümünden mezun oldum. Bilgisayar  en büyük tutkum. internet sayesinde birçok spastik dostum oldu. Biz spastiklerin en büyük sorunu, toplumun bizi zeka engelli olarak algılamasıdır. İnanıyorum ki, el ele verip, birlik olursak bu yanılgının üzerinden gelebiliriz.
*******************************************

VOLKAN DİLMAÇ


1983 yılında İstanbul Büyükada’da doğdum. Doğumda doktorların hatası sonucu omurilik zedelenmesi sonucu engelli olarak dünyaya geldim. 10 yıl Erol Sabancı Spastik Çocuklar Derneği’nde fizyoterapi eğitimi aldım.

İlköğretimimi İstanbul’da tamamladım. Lise’yi eğitim şartlarının olumsuzlukları sonucu dışarıdan (Açıköğretim) bitirmek zorunda kaldım. Halen Açıköğretim Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde okumaktayım.

1996 yılında bilgisayar teknolojisi ile tanıştım. Megasoft Şti’de teknik eğitim aldım bir süre. Burada donanım ve yazılımla ilgili temel bir çok şeyi öğrendim. 1998 yılında bir televizyon programı sayesinde Nihat Özcan ile tanıştım. 1999 yılında Nihat Özcan’ın şirketi Birleşik Heyecanlar’da grafik animasyon işleri yaptım. Daha sonra bir çok projede beraber olduk.
Seyahat etmeyi, bisiklet binmeyi, teknoloji v bilişim dünyasıyla ilgilenmeyi çok seviyorum. Kitap okumak asla bir boş vakit geçirme aracı değildir o bir tutkudur benim için.

SHOW REEL
1996 Megasoft Teknik Servis
1999 İsmet Paşa Belgeseli, Grafik Animasyon
2000 Kanal D Zaga, Grafik Animasyon
2001 Star Zor Karar, Set Sorumlusu
2002 Kemal Sunal Belgeseli, Grafik Animasyon
2003 Kanal D, Yuvam Yıkılmasın, Set Sorumlusu
2004 Atv, Patron Kim, Reji
2005 Star, Zor Karar, Reji
2007 www.netporthaber.com Genel Yayın Yönetmeni - Editör
2008 Atv, Şanş Yolu, Reji
2008 Nükleer Enerji Belgesel, Redakte
2008 Haber Veri Yorum Konferans, Redakte
2009 TRT, Zoraki Başkan, Set Ekibi

Başımdan geçen onca kötü olaya inat güzel bir anı yazacağım ben.

Kuşadası’nda hergün bisiklet bindiğim yerden sıkılıp uzaklaşmaya karar verdim. Çok açılmışım kayboldum. Sordum birine nerdeyim diye 10 km gitmişim adam beni jandarmaya götürdü bıraktı. Korktum. Ailem geldi aldı neyse ki.
 
 
  Bugün 3 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol